top of page

Halatlar ve Hikâyeler


Yaşayan Tiyatro 2019 eğitim prodüksiyonu ‘’Ayak-Bacak Fabrikası’’ üzerine..


Yaklaşık 70 bin yıl öncesine kadar 50-100 kişilik gruplar halinde yaşamakta olan bir insan türü vardı. Gruptaki üyeler birbirlerini bizzat tanıyorlardı. O zamanlar bir grubun ortak ve bir amaç doğrultusunda hareket edebilmesi için grup üyelerinin birbirlerini birebir tanıyarak güvenmesi gerekirdi.  Üye sayısı arttıkça birbirini tanıyabilme zorlaşıyor ve böylece anlaşmazlık ortaya çıkıyordu. Sayısı artan gruplar anlaşamamaya ve ortak hareket edememeye başladığı için ya başka bir grup tarafından (bu grup başka bir insan türü ya da daha başka hayvan türleri de olabilir) yok ediliyor, ya grup içindeki cinayetler grubun sayısını azaltıyor, ya da grup bölünerek sayısı çok olmayan başka bir grup daha oluşuyordu. Ortak ve bir amaç uğruna hareket edebilen 50 kişilik bir grup, ortak hareket edemeyen 100 kişilik bir gruptan daha tehlikeli olabiliyordu. 


70 bin yıl önce ise bir devrim gerçekleşti: Bilişsel devrim. Bu devrim, kalabalık gruplar halinde yaşayamayan bu insan türünün birbirlerine hikayeler anlatmasıyla başladı. Hikayelerin dinleyicileriyle birlikte bu hikayeler bazen gerçekliğin yerini aldı ve hikâyeyi anlatanlar gerçeği anlatır oldular. Artık ortak hareket edebilmeleri için grup üyelerinin birbirlerini birebir tanımaları gerekmiyordu. 300-400 kişilik gruplar aynı hikâyeye inandıkları için birbirlerini tanımasalar bile ortak hareket edebilmeye başladılar. Hikayeler anlatıldıkça sayı giderek arttı. Artık kalabalık gruplar halinde hareket edebilen çok tehlikeli bir tür ortaya çıkmış oldu: Homo Sapiens (Nesli tükenmemiş (henüz) tek insan türü.) 


12 bin yıl önce gerçekleşen tarım devrimiyle birlikte toprağı ve hayvanları da kontrol etmeye başladılar. Günümüzde koyun, inek dediğimiz canlıları evcilleştirip ıslah ederek bugünkü hallerini almalarında büyük pay sahibi oldular. Evcilleştirilemeyen koyunlar hemen kesilip yendiği için genlerini bir sonraki kuşaklara aktaramazken uysal ve uyumlu olanlar ise genlerini aktardı. Böylece koyun ‘’koyun’’ oldu. Bu yerleşik hayatla birlikte insan sayısı oldukça artmaya başladı. Bu artışla beraber yeni yaşam yerleri aramak üzere göçler başladı. Böylece dünyanın her yerine yavaş yavaş yayıldılar ve binlerce canlı türünü yok ettiler.

 
Bu kadar insanı bir arada tutan şey ise hâlâ anlatılan hikâyelerdi. Anlatılan hikâyenin inananı ne kadar çok olursa o hikâyeyi anlatan da o kadar güçlüydü. Zaman geçti imparatorluklar, devletler, üniversiteler, şirketler, paralar, dinler, mitler icat ettik. Aslında tüm bunlar anlatılan birer hikâyeydiler. Bir hikâyenin inananı ne kadar çok olursa o hikâye de o kadar güçlü oldu. Hikâyeyi anlatan da aynı oranda güçlendi. Bugün paranın en kuvvetli hikayelerden biri olmasının sebebi paranın hikayesine inanan çok sayıda insanın olmasıdır.  Paranın hikayesi temelde çok basittir. Fiziksel olarak pek değeri olmayan bir kâğıt parçasının, fiziksel olarak bir değeri olan (Elma, ayakkabı, çekiç vs.) bir şeyin değerinde olabileceği hikayesi. Bu hikâyeye bir kişi inansa bu hikâye pek bir işe yaramaz. Bir ayakkabıcıdan bir kâğıt parçası karşılığında ayakkabı alabilmek için ayakkabıcının da aynı hikâyeye inanıyor olması gerekir. Ayakkabıcının da bu hikâyeye inanması için fırıncının da inanması gerekir. Yoksa o kâğıt parçası ile ekmek alamaz. Bu anlatılan hikayelerin en büyük özelliği özneler arası bir gerçekliği olmasıdır. Aynı para hikayesinde olduğu gibi yukarıda sayılan diğer hikayeler de bu şekilde var olurlar. Ve hikâyeyi anlatan gücü elinde tutar. Bugün paranın hikayesine neredeyse dünyanın her yerinde inanılmakta. Ve bu hikayeler öyle güçlü ki inanmayı bırakmanız oldukça zor. Paranın hikayesine inanmayı bırakmanız için para karşılığında bir şey almamanınız ve vermemeniz gerekir. Bu özneler arası gerçeklik yaratan hikayelerde tek başınıza hikâyeye inanmanız pek bir işe yaramadığı gibi tek başınıza inanmamanız da hikâyeye diğerlerinin inanmamasını sağlamaz. Hayatından parayı çıkarıp yaşayan insanların olduğunu biliyoruz. Fakat milyarlarca insan paraya inanmaya devam ediyor.

 
Yaşayan Tiyatro olarak 2019 eğitim prodüksiyonumuz olan Ayak-Bacak Fabrikası’nı sahneye taşırken, yukarıda anlatılana benzer ‘’hikâyeler’’in oyunun öyküsünde önemli bir yeri olduğunu tartışmak/tartıştırmak istedik. Bu dramaturjiyi oluştururken Harari’ni ‘’Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens’’ kitabında yer alan incelemeler ve tartışmalar çıkış noktası oldu. 


Sermet Çağan’ın gerçek olaylardan esinlenerek oluşturduğu Ayak-Bacak Fabrikası’nın öyküsü kısaca şöyledir: Oyunun geçtiği ülkedeki derebeyleri ambarlarında çürüyen tonlarca kara tohumu satabilmek için, devletin de desteğini alarak, vatandaşa buğday yemeyi yasak eder. Buğdaysız kalan vatandaş açlıktan ölmemek için kara tohum yer ve kötürüm kalır. Kötürüm kalan vatandaşlar için bir Ayak-Bacak Fabrikası kurulacağı ve halkın sürünmekten kurtulacağı söylenir. 


Bu yazının odak noktası, sahneleme ve masa başı çalışmaları sürecinde oyuna Yaşayan Tiyatro tarafından eklenen halat metaforudur. Oyuncak hariç tüm karakterlerin ayak bileğinde birer halat vardır. Aynı şekilde polislerin copu, papazın hacı, yargıcın tokmağı gibi önemli aksesuarlar da halattan yapılmıştır. Kısaca söyleyecek olursak halatlar burada yukarıda bahsedilen ‘’hikâyeleri’’ temsil etmektedir. Anlatılan kutsal göl ve kutsal balık hikayeleri vatandaşları birbirlerine bağlamaktadır. Geriye hikâyeyi kimin ve ne için anlatacağı kalmıştır. 


Ülkedeki buğday bolluğundan ambarlarındaki kara tohumları çürümekte olan derebeylerinin aşağı yukarı böyle bir hikâyeye ihtiyacı vardır. Derebeyi olmalarından olsa gerek hikâye anlatmaya dair yatkınlıkları hayatlarını oldukça kolaylaştırmaktadır. Hikâye anlatma konusunda oldukça yetenekli olan derebeyleri; vatandaşları, ellerindeki buğdayı verip kara tohum yemeye ikna etmek için birkaç hikâyeden kolaj yapma yolunu seçerler: devlet ve kutsal balık hikayesi. Özellikle kapitalist ülkelerde en büyük hikâye para olduğu için, para hikayesinin en büyük anlatıcılarından olan derebeylerinin kolaj yapma konusunda saygınlıkları vardır. Şefle görüşmeye giderken şefi ikna edebilmek için vatandaşların çoğu tarafından kabul gören kutsal balık hikayesinin en önemli anlatıcılarından olan papazı da yanlarına alırlar. Böylece şefi hem paranın hikayesiyle hem de kutsal balık hikayesiyle ikna ederek devletin yüceliği ve dokunulmazlığı hikayesini anlatma hakkını da kazanırlar. Devlet hikayesi vatandaşlar üzerindeki tesirini kaybetmeye başlayınca kutsal balıklar hikayesi devreye girerek herhangi bir kargaşanın önüne geçer. Daha sonra devlet hikayesinin bir parçası olan demokrasi hikayesi anlatılır. Tüm vatandaşların fikirlerini özgürce belirtebileceği ve kendi yöneticisini seçebileceği hikayesi…

 
Ve oyunun fikrini en güzel anlatan hikayelerden biri olan fabrika hikâyesi.. Oyunda bu hikâyeyi doğrudan görürüz. Kötürüm kalan vatandaşlar için bir Ayak-Bacak Fabrikası kurulacağı söylenir. Kötürüm kalmasına sinirlenmeyen, isyan etmeyen vatandaşlar tekrar yürüyebilecekleri haberini coşkuyla karşılarlar. Olmayan fabrikanın açılışı yapılır. Fabrika kolektif bir kurgudan, yani hikâyeden, başka bir şey değildir. Her şey bir illüzyondur. Bu sefer de fabrika hikayesi çalışmamaya başlayınca keşmekeşliğin en büyük panzehri olan din hikayesi yine devreye girer ve ülkeye tekrar ‘’huzur’’ gelir. 
 

Furkan Kaya
Kasım, 2019

©2024 by Yaşayan Tiyatro

bottom of page